“Bu kasabanın, bu çevre köylerin tüm adamı bu işten ekmek yer. Kaçakçılık yapmasın da n’apsın? Ekilecek toprağı mı var? Hepsini almış hükümet, sınır demiş, döşemiş mayını. Tarlalar mayın altında... Zeytinlikler mayın deryasında yüzüyor. Babam ki, bu işte en ehildi, kokusundan anlardı mayını, rüzgârı dinler, candarmayı bilirdi. N’oldu? Karşı gelemedi yazgısına. Bir gece, sabaha karşı adamın yarısını getirdiler eve. Bitmişti. Başına toplaştık, işaretle dayımı istetti, bizi çıkarttırdı odadan. Dayımdan kendisini vurmasını istemiş. Böyle yaşamaktansa, demiş; vur, kurtulayım İsmail, demiş ona. İsmail dayım dediğini yaptı, vurdu babamı.”
Sınırda yaşanan hayatların hikâyesi: Kurşun Ata Ata Biter.
Tarık Dursun K., kendisine 1984 yılında Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazandıran romanında, babadan oğula devreden kaçakçılık işleriyle uğraşan Üzer, Cevahir ve Tahir’in mücadelesine odaklanıyor. Onlara eşlik eden ve en az onlar kadar iyi çizilmiş Gazel ve Hediye’nin üzerinden de kadının bir sınır kasabasındaki yeri hakkında canlı görüntüler ortaya koyuyor. Tellerin, mayınların, düşmanların çevrelediği bu coğrafyada direnmek ve ayakta kalmak, ancak insanların birbirine duyduğu güvenle mümkün.
Mekân tasvirleri, gerilimin ön planda olduğu at üstündeki sahneleri ve diyaloğu önde tutan anlatımıyla Kurşun Ata Ata Biter’de, yazarın edebiyatla olduğu kadar sinemayla da derin bir bağ kurduğu açıkça görülüyor.